20 Şubat 2017 Pazartesi

David Lynch ve Karanlık Dünyası

Konuya girmeden önce belirtmekte fayda var, yazıda David Lynch'i öve öve bitirmeyip bir yönetmenden çok daha fazlası olduğundan bahsediyor olacağım. Yazı fazla abartı ve övgü içereceği için kusasınız gelebilir ama tabi ki de bunu umursamıyorum ben. GTFO.
Her şey yaklaşık iki ay önce herkesin Game of Thrones'un çevirmeni olmasından dolayı tanıdığı eşekherif yani Cem abinin tavsiyesi sonucu Twin Peaks'i izlemeye başlamamla gerçekleşti. "Olm kesin izle inanılmaazz" deyişini hala hatırlıyorum. İlk başta "acaba dediği kadar var mıdır" gibi ufak bir ön yargı ile yaklaşsam da hemen başladım izlemeye. 90-91 yılları arasında toplamda 30 bölümlük iki sezondan oluşan bir dizinin hikayesi bu. Amerika'nın en kuzey bölgesinde yer alan Twin Peaks kasabasında -gerçekte böyle bir yer yok tamamen David Lynch'in kurgusu- meydana gelen bir cinayet ile başlıyor maceramız.


Bu küçük kasabamızda herkes birbirini tanıyor ve bir sabah kasabanın genç kızlarından Laura Palmer'ın öldürülüşüyle her şey tepe taklak oluyor. Olaya dahil olan ana karakterimiz ise FBI ajanı Dale Cooper. Sevecen, zeki, kuralcı, romantik ve kahve delisi. Twin Peaks'de yeni olan Dale Cooper olayları çözmeye çalışırken bir yandan herkesle kaynaşıyor ve kasabanın yerlisi haline geliyor. Twin Peaks'i diğer polisiye vb gibi dizilerden en ayırt edici özelliği David Lynch'in her bir karakterin içine işlemiş olduğu derinlik. Evet David Lynch'i öve öve bitirememe evremiz burada başlıyor. Dizide "meh bu neci ki" diyebileceğiniz karakterin bile olaylara doğrudan bir etkisi oluyor. Bölümler ilerledikçe siz de kendinizi kasabın bir yerlisi gibi hissetmeye başlıyorsunuz.

Bir bölümde Laura Palmer, canımız ciğerimiz Dale Cooper'a "25 yıl sonra seni yeniden göreceğim" diyor. Peki bilin bakalım ne oluyor? Aradan geçen 25 yılın ardından Twin Peaks geri dönüyor. Oooaaa David Lynch?!?! Karakterleriyle olabildiğince sizi kendine çeken dizide bu da yetmiyormuş gibi kasabaya da aşık olabiliyorsunuz. Ağaçların, şelalelerin, dağların bulunduğu Twin Peaks cennetin yer yüzündeki yansıması resmen, cidden öyle no bullshit.


Ayrı parantez açmamı gerektiren bir karakter var. Audrey Horne! Dizideki kadınlar zaten güzellik konusunda almış yürümüş ama Audrey... Dik başlı, kararlı, akıllı ve hedefleri uğruna yapmayacağı şey yok. Dışı seni içi beni yakar yani. "Isn't it too dreamy?" dediği sahne hala aklımda. Evet bir miktar aşık olduğum doğrudur. Audrey<3


Bir yönetmenden bir fazlası demiştim David Lynch için ki bu gerçekten de böyle. Aynı zamanda ressam ve müzisyen olan David Lynch belki de sinema dünyasının en büyük hayal gücüne sahip yönetmeni olabilir. Bu kadar kurgunun, derinliğin başka bir açıklaması olamaz. Son olarak Twin Peaks'de geçen "Fire Walk With Me" ve "J'ai Une Âme Solitaire" sözlerini de adeta aklımın derinliklerine kazıdım. Dövme yaptırılası sözler böyle oluyor işte. Bu da yakındır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder